24 Aralık 2010 Cuma

Döngü-7 Kişiliksiz Zamanın Ressamı


Bir bakış intikamı gözlerinden süzülen "ben buradayım" hesaplaşması.Aşılamamış bir ego hapsi parmaklarına saçtığın rengarenk boya telaşı.Gideceğimiz yeri bilemiyoruz ne yazık ki geldiğimiz yer kadar.Geldiğimiz yer aynı tortuların mevsimleri yalnızca senin ki hasat vakti.

Şimdi öyle bir kayıp geçmişe düşürdün ki her şeyi. Her şeyi sen olan şeylerin bile değeri yitip gitti. Bir senlik kargaşası kalmıştı ya estiğin rüzgar seslerinde artık o dindi.Ve diri zamanlara uyandı artık öfke.Yeni soluklar ensesinde başka ressamların gölgesinde; sen ise kişiliksiz tonların esirliğinde kimlik bunalımlarının etkisinde.

19 Aralık 2010 Pazar

Bu ne kafası-1




Şimdi,her türlü iletişim türünün üretimlerine açığım işim gereği. Reklamlarda yaratıcılığın üst düzey kullanımı da her zaman etkilemiştir beni. Lakin bu reklam benim gibi düşünen kadınlar ve aynı fikirde olmasak da kadınlığın özenini,düzeyini bilen kadınlar için oldukça "onur" kırıcıdır. Tamam iç çamaşırlarını sever kadınlar ve her zaman da en güzel mankenler sunar bunları,buraya kadar sorun yok. Sorun kadını "obje" olarak kullanmak isteyen zihniyetlere "bu kadınların" bu kadar müsemma göstermiş olmasıdır. Reklam sektörü insanların en büyük acizliği olan "cinselliği" her daim piyasaya sunmuşlardır. Ancak kullanımın bu formu oldukça küçümseyicidir. Kadın yalnızca iki göğüs bir kalça değildir! Kadın "düşünce"dir. Kadın "reform"dur. Seks idolü,cinsel uyarıcı değildir. Lütfen düşünen,üreten ve yaşatan kadınlar: Daha fazla sömürüye izin vermeyin...

13 Aralık 2010 Pazartesi

"Ara"da-1



Lost and Delirious (2001)

“Gökyüzünde bir alev gibi görüyorum yüzünü…”

Eksik benliğimizi dolduracak ve bize aşk üzerine “yeni” den düşünmemizi arzulattıracak bir film.
Kimlik bunalımlarının çoktan aşılmış olması dileğiyle sunuyorum bu cümleleri çünkü hala “ben” kimim diye soruyorsanız karanlığa;kaybolacağınız ve kaybın ucundaki uçurumdan düşeceğiniz malumdur.  “Aşk,yalnızca karşı iki cins arasında yaşanan ilişki midir?” sorusunu zihninizde tekrar tekrar uçuşturacak bir yapıt:

“ Senin yokluğunda çıban olmaktan daha iyi bir şey değilken,yaşamak bu kör dünyada…?”

Çığlıkların başlangıcıdır ve sonrası bakışlarda düğümlenerek devam eder.Ta ki  “aşk” ın gerçek gözlerinin simsiyah olduğu görülene dek..


“Söğütten bir oda yapacağım kendime senin kapında ve çağıracağım evine ruhumu,mahkum edilmiş aşka dair şarkılar yazacağım,gecenin ölü karanlığında bile söyleyeceğim bağıra bağıra,yankılanan tepelere adını haykıracağım ve gökyüzüne mırıldayan lakırtısını bağırttıracağım Victoriaaaaa!!!”

Ensesine üşüşen gölgenin hırçınlığı atılır şimdi kollarına ve yırtıcı asılır siyah sabahlarına.İliklerine kadar titrediği aşkı onu herkesin iffetle eleştireceği boşluğa değil;gerçekliğin pençesine düşürmüştür.

Bu sahneler çözümlenirken Kafka’nın şu sözünün çınlamaya başlayacağına eminim:

“Anlamaya başlamanın ilk belirtilerinden biri ölme isteğidir.”

Sayısız cümle dökerek nacizane filmi ifşa etmek istemiyorum lakin üzerine söylenilecek sayfalarca tümce var.”Kahramanımız” kendini bir yırtıcı olarak tanımladğı bu karanlıktan nice bedelleri göze alarak kurtulmaya çalışacak;kılıcını şafaklara kuşatarak “kadınına” ulaşacaktır.Tıpkı bir şövalye gibi asla pes etmeyecektir.

Yapıtın yalnızca bir “lezbiyen” filmi olarak algılanması oldukça yanlıştır.Aşkın cinsiyeti yoktur.Bu “Brokeback Dağı” filminde daha net bir şekilde gözler önüne serilmiştir.Aşk’ı bir de buradan izlemek isteyenlere ;

İyi Seyirler…

10 Aralık 2010 Cuma

Döngü-6 "Biz"dik işte!

Evet doğru başkaca öfkeleri hızla kestik benliğimizden. Evet evet bizdik sefil yüzlerimizden her dakika farklı bir canlı yok olurken etrafa hoş dediğimiz o kukuları saçan. Evet evet bizdik alabildiğine yüzdüğümüz o suları yediğimiz kabı pisler gibi kuşatan ve su canlılarına hayat bırakmayan;her bulduğu hayatı orasından burasından deşip yaşamaya çalışan. Evet evet bizdik bilmem kaç tür hızla yok olurken ava giderken avlanıp toprak anaya ile canlıları sersem bir çölde bırakan. Evet bizdik işte inkar edip durma! İnsanoğlu denilen asalak silüetin ardından ona hala yaşabileceği bir “soluk” bırakmaya çalışan. Evet bizdik pek muhterem insanlar;biraz daha eğlenelim diye diğer canlıların nefeslerini karartanlar. 

8 Aralık 2010 Çarşamba

Döngü-5 Suratımı Kaybettim


Fazla zamansızlığa mahkum acemi tenhalarda suratımı kaybettim.

Bir sen düşü vardı ya tarifsiz mimlenen gecelerde;en küçük sessiz harfte "sen" li  mimiklerimi kaybettim.

4 Aralık 2010 Cumartesi

Döngü-4 Eğer kalbim hala hayatta olsaydı,eminim ki kırılırdı biliyorum.

Evet gece saçmaları düşecek şimdi oradan buradan ve derken büyüyecek tek içimlik sonsuz duman. Bu son diye diye kara düğümlerin ardı arkası gelecek. Madem bir kez düşüyoruz işte daha fazla itme. Örselenen ikimizde değiliz;varlığımız kirleniyor her öfke harbinde. Daha ne kötülük yapabiliriz evrene. Tohumlarımız açsın  diye beklerken yamaç ucu nöbetlerde,zifiri karanlığı suluyoruz adım adım yeşil tortusu kara lekelerde. Bunu yapma işte! Her çok sesliliğimizde bir sessiz yaprak düşüyor ve biz yalnızca kendimizi izliyoruz yaşayarak katlettiğimiz toprak örtüsünde. Biz kırıldıkça duruyor dünyanın nefesi. O şarkıyı dinletme her defasında inanıyorum ki hala kırıldıkça çoğalacak bir kalbin var. Hadi bak şafağa bir soluk kaldı. Biliyorum kalbin hala hayatta,kalk ayağa. En az bizim kadar ağlamaya ihtiyacı olan koca bir dünya var ardımızda.