22 Şubat 2015 Pazar

"Ara"da-19

Vorace’ nin Yeteneği 
Félix Francisco Casanova



Anlama ortak aramak yüzyılımızın yalnızlığına bir leke gibi çoğu zaman. Yaşamadan yaşamak; ölmeden ölmek çabası içinde eridiğimiz gün yüzüne bir varlık; dikte edilmiş bir alınganlık. Ben asrının ömründe bir hezeyan kayboluş; bulunmak için aranılan bir boşluk. Bu boşluğun kenarından örselenen bir hafıza; derin ve kaygılı. Bir ölümsüzün aklında ölümlü yaşadığı hayatın yokluğa ait yakarışı: Vorace, tanrının diğer adı.


Unutmakla başlanılan her şeyin hiçliğinde tüm hayatlardan yorgun Vorace, gündeliğin kelimelerinden, sesinden ve tahmin edilebilir olmasından yılgın. Yaşamın içinde bir simsar dışında bir ihmal. Ölmek için attığı her adımda kendinden ayrı düşmenin; yaşama ihtimalinin ıskaladığı bir ruhta insan olmanın gayreti. Ölümsüzlüğün, kendi olarak yaşayabileceği bir hayattan alıkoyduğu zamanda tüm imgelerin toprak rengindeki çığlığı Vorace ölümden de ıssız. Gerçekliğin göreceliğinde tüm eylemleri çağrışımlarıyla bütünleştiğinde “Anılarım aklımda el ele” derken ömrün hafızasında türediği bir yok olma hali: “Geçen her gece, dört bir yanından katlandığım her gece, daha az şey biliyorum, hiçbir şey bilmemek için hepsinin bitmesini bekliyorum… Böylece yeniden doldurmaya başlayabileceğim kendimi.” Bilenebilir olanlarla koparılacak bağların kara listesi düşlerinde yazdığı öfkelerin sınadığı kimsesizliğin telkini. Kapana kısılmışlığın iniltisi ile özgürlükte bulunacak yer (yersizlik) yokluğun niteliği: “Hür baykuş haykırdı: ‘Ey sevgili, haydi ormana doğru uçalım.’ Kafes kuşu, ‘Buraya gel, beraberce kafeste yaşayalım,’ diye fısıldadı. Hür baykuş, ‘Parmaklıklar arasında, kanat açacak kadar yer var mıdır ki?’ dedi. ‘Ne yazık,’ diye haykırdı kafes kuşu, ‘gökyüzünde tüneyip nereye oturacağımı bilmiyorum.’” Özgürlüğün yokluğa aidiyeti Vorace, kendi suretinde boğulan bir sonsuz. Gecenin ağzı bir kan kuyusu gibi açıldığında içeriye girebilme ihtimaliyle dışarıda kalan bir  ruh kaçağı.

Düzenin düzensizliğinde gölgelenen Vorace, bütünlüğün sessizliği. Çöl gibi gökyüzünde boşta kalan cehennemin bekçisi, uykuya yaralı dalanların hiç uyanmadığı düşlerin genlerindeki inilti; kendi yalnızlığından tahliye edileni.


28 Şubat 2014 Cuma

"Ara"da-18


Kelebekler Zamanında
aydakiadam.com




"Her şeyi yapabilmek,olmaktır." der Albert Camus,kendinden haz almanın  olanaksızlığı içinde varoluşsal dinginliği nitelediği "Yaşama umutsuzluğu yoksa, yaşama aşkı da yoktur." düsturu bir insan olabilmenin inancı yanında bir kadın olabilmenin de iklimini belirler gibi. Bir kadın olarak doğmak tüm varoluş verilerinin en temelinde yabancı bırakılmakla, hep bir diğerinden daha fazla mücadele etme fikri ile toplumda yer almaktadır. Bu kendi halinde olmayla, hiçbir şeyin içinde her şeyi bulan kadın; kaybettiğinde kazanmıştır; ne bir eksik ne bir fazla hem tamdır zamana. İçi çekile çekile yuttuğu yoksunluk onu geleceğe var etmiş; zamanın çok ilerisinde bir değil binlercesi olabilmiştir kendinin. 






Mirabal Kardeşler, verdikleri varoluş mücadelesinde ilke alanlarının bu düsturla beslendiğini bilmese de farkındalık çerçevesi bu fikirle algılanabilir. Zira kadın olmanın bilinirliğinin sınırlarında, faşist dünya hiçbir kadını gerçekten tanıyabilmiş değildir. Kardeşler ilk varlık sıkıntısını yaşadıkları sakin kasabanın havasında solumaya başlar. Kapalı bir kutuda çiçek açan kadın, babasının ve annesinin omzunda bir yonca, geleceğe sunulacak bir goncadır. Kırılışın ilk hedefi, eğitimden hep uzak tutulmaya çalışılan kadının, okuma feryadıdır. Bulundukları sınırları zorlama çabası çıktıkları yolda kardeşlerden birine sadece bildiği ile yaşamanın gerginliğini sunar;
 "Ait olduğumuz yerde yani evde kalmalıydık." der. Diğerinin başı çektiği direniş, sorunsalı belirler;
" Nereye ait olduğumuzu nasıl bilebiliriz ki! Tek bildiğimiz yer çiftlik." Bir yerde olma fikri, kendini var etmenin umutsuzluğu ve mutluluğudur. Aynı kalmama düşüncesi insanı taşır ve ilerletir. Bu nedenle yola koyulmuş her kadın, düzenin tehdididir. Çünkü kadın, hedeflerini, ilkelerini ve bilmeye doymayan, sorgusuz bırakmayan ruhunu da her yere beraberinde getirir. Taşınan düşünceler zaten zemini olmayan her yapıyı çatlatır ve çöküşe hazırlar. Bunu gerçekleştirmenin önceliği ideali yerleştirmek, onunla hareket etmektir. Ancak bir birey için en büyük felaket, tüm öğrendiği ve bildiğiyle başladığı yere dönmektir. Dönüş her türlü başlangıcın sinesidir ve kaçışın ihtimalidir. Öğrenilen her  iyi ve kötü, sistemin ötelediği, görmezden geldiği  hakikatlerden başka bir şey değildir. Kısıtlamalar kadının erkekten daha başarılı olacağı korkusundan değil, hep gerçeği bulup otoriteyi sarsacak olmasındandır.


Kardeşlerden Minerva Mirabal, dönemin kadınlara yasak olan hukuk fakültesinin kapısını kendine araladığında savaşı başlatmıştır. Her eylemci birey gibi yönetimin temel fonksiyonlarındaki tehdit ve takasları ölçülemiş, imkansızların ilerisine geçmiştir. Katıldığı örgütle ideallerini sunma şansını yakalayan Minerva, içinde bulunduğu Trujillo yönetimini şöyle özetler: İnsanları bir diktatörün en gözde diyetiyle besliyordu: Ekmek ve korku. Olası her ihtimali ile zor olan hayat, kadına, her türlü siyasal dikte ile daha da zorlaşır. Umutsuzluğuyla aşık olur kadın, yaşama. Zaten bir mücadele ile doğar kendi gibi olandan ve belki de oluştuğu yerdir onu yüzyıllardır hep savaşmaya zorlayan. Yani sadece kadın olmaktır bazen, her neden ve sonuç. Mirabal Kızkardeşler, verdikleri savaşın renginden korkmadan birer kelebek olup, kadının bu zamanını niteleyerek onu varediyor.  

31 Ocak 2014 Cuma

Bazen sayfalar dökeriz-9


Yuck - Kaderim Olabilirsin!






Eğer yeterince uzunsak zamana, aşabiliriz "ben" denilen duvarları. Biraz aksamışsak geceden, derdimiz; soğukta kalmanın bir anlamı olmalı. Şuana inatla İngiliz indie grubu sınırlarımızı sınırlıyor gibi, bir gidilebilirlik var bu işte. Rüyadaysak farklıca, bir boşluğu var sesimizin bu kalabalıkta. Ilık bir rüzgar Yuck, içe çekilen, çekildikçe esriyen.






Bir adam aşık; aşk Georgia. Ve onsuz azalan yaşam, yalnızca sıradan. Bu sıradanlıkta "Nefesimi kaybetme".Biraz yaşanmışlık sürülecek üzerine. İki albümlük seyri ile kendinin dışında kalmanın arsızlığını aralıyor gibi Yuck. İnatla arınıyor ki yeni bir şey yok; hep tadını bildiğimiz gibi yeryüzü. Yüzümde taşıdığım bir gökyüzü. Grubun adını paylaşan ilk albümün normsuzluğu, elim yetişse tutunacağız bir yerine inancın; yaşanabilecek gibi dünya. Glow and Behold tüm nefsin bir yerinde hiçliği bulmakta ve yankı: Her yoldan dönülebilir mi geç kalındığında; soğuk seni bana çalmışken ve bir çalınmışlık delmişken zırhları, ben sarılmışsam sana ölmedik mi ikimizde hayat denilen delikte! Herkesin kendi adına bedelini ödediği bir geceye vardıysan bu dipte, bazı sesler herkesin içinde!

20 Ocak 2014 Pazartesi

"Ara"da-17

Metropia Anomisi


                                   


Dünya, tarih boyunca iyi bir yer sahibi olabilmek için kendi içiyle, kendi yarattığı ülkelerle savaştı. Kaybetti, kazandı. Öyle ki hayali hep iyi bir varlık olmak, insanlığa insan olmanın güvenini sağlamaktı. Ancak farketti ki uğruna savaştığı insan, anlamını hiç bilemediği “kendini” yokluğa terk etti. Çıkarlarını araladığı tüm sinsiliklerle merkezi olmak istedi evrenin yahut kendinin. Her şeye “ben” diyebilmenin cezbini bencilliğe resmetti. Resmedilen bu bencillikte geleceğin tükenişinin, içeriden ölen bir toplumun ; kurallarını,ahlakını ve varoluşunu belirledi. Geçmişi ve geleceği sınırlandırarak kontrol düşkünü bir metabolizma haline geldi.

Metropia (2009),
 insan benliğinin acizliği ile yaratılan bu kontrol mekanizmasının, nasıl çözümlendiğinin, toplumu nasıl kendi kaderine terkettiğinin en açık göstergelerinden biri. Her imgesi ile altı çizili “şimdi” nin gerçeğini farklı bir gözle yorumluyor.  2024 yılında, milenyumun uğradığı çağ dışılığı irdeliyor.  Uygarlığın, savaşların ardından kendi haline bırakılmışlığı ile insanlığı, insanca yaşama erdemine inandırırken yarattığı tüketim hareketleriyle bu erdemin eriyişini gözlemliyor. Bir distopyadan ziyade günümüzün koşullarını vurguladığı açık olmakla birlikte sürekli izlenen, izlendiğinin bilinç dışılığında benliksiz eylemlerin sorunlarıyla sürekli tüketim eğilimi kazandırılan insanlığın tahribatını yineliyor.


  


Kontrollü yaşamda ilk hedeflenen hareket edebilme özgürlüğüdür. Hareket, sizi içinizdeki bağımsızlığa taşıyan ilk adımdır. Ve Metropia’ da bu ilk adım bisiklet kullanmak. Bisiklet kullanmanın yasak olduğu ve tüm Avrupa ile bir metro ağıyla ulaşım sağlayan bu şehirde, iki pedalın insan varlığına katacağı özgürlük, sınırlandırılmış yaşamın ilk karşı çıkışı ilk direnişidir. Roger, yalıtılmış olduğu gerçekliği farkettiğinde seslerde beraberinde gelir. Son dönem modernizmin ağır eleştirel yapımlarında gözlenen karakterin seslerle uyanışı Metopia’ da “İçindeki seni dinle” sloganı ile hayat bulur. Bu bulunuş “Kişiliğinin kontrolünü kaybedince ne yaparsın?” sorunsalı ile anominin merkezini belirler. Her canlının var olma alanın daraltıldığı toplumda, sistemin çarkıyla oynayan yahut oynatılan bireyin yapımda konumlandırıldığı yer; televizyon karşısında ölen bir "şu an" dır. Yaşadığımız yüzyılın lanetine kulak kabartır gibi yapım, hiçliğin çığlıklarından uzakta oyalanan,oyalandırılan bir yığın. İçimizden konuştuğumuz bu yeryüzünde, ruhumuzun aldığı rengin hıçkırığı yalnız olmaktır.



21 Kasım 2013 Perşembe

Bazen sayfalar dökeriz-8


Fallulah - Sadece insanım!




Herkesin içinde dönen dümene iyi bir kavrayış Fallulah. Zamanın çarkını yakalamış ezgileriyle bir efsane değil belki ama şuana tutunabilmek için iyi bir neden. Sadece biraz sevgiyle kendimizden ileriye, sadece insan olabilmeye inandırabilir bizi.




İki albümlük seyiri ile zamandan geçebilir mi onu ölçemeyebilir ama zamanda bir yerde hepimizi müziğe hapsedebileceğini söyleyebilirim. Şarkı sözlerindeki genel anomi, bir kaçışın içine çekilme, çekildiği yerden hep bir eksilme hali; bundan daha fazla mutlu olamam gibi. Her bir parçasında bir yoldayız sanki birinin aşkıyla, bir şeylerin parasıyla yahut birilerinin kayboluşuyla gelecek bir boşluk ve o boşluklardaki kimsesiz hayaletlerimiz. Kimsenin nereye gittiğini bilmediğimiz bu yerde hala iyiye kullanabileceğiniz bir şeylere sahipseniz Fallulah burada.



19 Kasım 2013 Salı

"Ara"da-16


İNSAN OLABİLMENİN ŞİDDETİ ÜZERİNE

Yaşadığımız yüzyılın kuşkusuz en büyük problemi "insan" olabilme kabiliyetinden oldukça uzak bir yoksunluk içinde yaşamsal faaliyetlerin tüketimidir. Bu tüketim, içerisinde barındırdığı bireyleri sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel çerçevede yenileyerek ve sürdürülebilir bir ürün haline getirerek "insan" ın etki ve yetkilerinin sınırlandırılmasını sağlamaktadır. Sınırlanan birey içinde bulunduğu çoğulculuğun kültür ve ahlak anlayışını benimseyerek, toplumun ihtiyati bir varlığı olarak yaşamını tamamlamaktadır.


Toplumun temel ihtiyaçları doğrultusunda bireyin ilk tanımını cinsiyet oluşturur. Cinsiyet, bireylere "biri" olma koşulunu sağlar. Bu koşulun anlam ve öncüllerini toplum temin eder.Bu teminat ile birlikte bir kağıt parçası üzerinde insanlar kadın ve erkektir. Bir kağıtla onlar, toplumun arzu ve hedeflerini karşılayan "biri"leridir. Bu birileri olma hali içerisinde yitirilen hayat, kaybedilen zaman insanın kendi kendinden sorumlu olma hali, bilincini kaybeder. Kaybolan bu bilinçle birey, kendi için değil toplum için yaşamaya başlar.Uğruna yaşanılan bu toplum sıradanı,normali ve anormali belirleyerek aslında insanları değil "insanlığı" kutuplaştırır.


Any Day Now (2012) , kutuplaşan toplumun en belirgin çizgilerini taşıyarak insan olmanın şiddeti üzerine kısa ama anlamlı bir tanım yapar. Bir eşcinsel çiftin, bir çift olabilme etkinliğini yine toplum belirler. Belirlenen bu yapı ile onlar anormal olanlardır. Bu anormallik içerisinde zihinsel engelli bir çocuğun bakımını üstlenmek onu sağlıklı bir birey olarak yetiştirmek için hukuki bir mücadeleye girişirler. Filmde en çok sorgulanan da budur. Normal dışı bireylerin yani sağlıksız olanların, nasıl sağlıklı bir çocuk yetiştirebilecekleridir. Bu mücadele insani vasıfların kimler tarafından tayin edildiğini net bir şekilde gösterir.

Bu kabiliyetsiz toplum, yargıladığı insanların neleri kazandığını ve kaybettiğini kendi çıkarları doğrultusunda kaydeder. Hedeflenen çıkarların günün birinde başka insanların özgürlüklerine, yaşam hürriyetlerine saldıracağı endişesi asla taşımaz. Toplumun sundukları dışında bireyin varlık göstermesi mümkün değildir. Ancak bu mümkünlük artık toplumun elinde değil insan olma erdemini taşıyan her bireyin kendi varoluşundadır.

19 Eylül 2013 Perşembe

"Ara"da-15

The Broken Circle Breakdown (2012)

Varolmanın yüce boşluğu,
içimden eksil,içimden sil,
ben ve o
sen ve kim,
bir olmadan biziz,içimiz derin,içimiz yol,içimiz
kimsesiz!

Ben kendimi duydum diyor kadın ve çok kaçık dünya diyor adam: birlikte olabilmek için çok dar,uzak olmak için az,bir olabilmek içinse anlamsız.Tam metin düşülecek gibi değil sadece görmek gerekir.İçinde, için için yanan varlığa bir çift gözle bir matem gerekir.

Bir adam müzik içinde müzik,bir kadın derisinden ruhuna kadın; aşk,ölüm,öfke gibi uzayan bir kelime bütününün kısa adı bir adam bir kadın ve amaçların anacı çocukları. Kimi seslerin nerede ve nasıl kesileceğini seçemediğimiz zamanların hikayesi. Adamın kadını çok sevdiği,kadının adama titrediği. Hep varmış ama hiç olmamış gibi. Hepimizin kendimizden çekildiği vakitlerin anımsandığı bir şarkı gibi. Evet gürültü; hiç bu kadar anlamlı olmamış gibi. Bir kadının hıçkırıklarından estiği 
ve kendinden uzakta bir ben olmuş gibi:

"Aslında hep biliyordum.Gerçek olamayacak kadar güzel olduğunu.Uzun sürmeyeceğini, hayatın böyle olmadığını,cömert davranmadığını.Birini sevmemelisin,birine bağlanmamalısın: Hayat seni kıskanır!"


21 Eylül 2012 Cuma

"Ara"da-14


Cennet Kayıp
Cees Noteboom

okuryatar



Dünyanın Tersine Yolculuk


Bir gölgede iki kadın. Kıvranışları, hakim duruşlarındaki yanılgı. Cinsiyetli kelimelerde kendilerini arayışlarının hıçkırıkları. İki aksak adımın gürültülü yankısı çınlıyor varlık içinde, yaşayışını tırmalıyor biri diğerinin: Yaşıyorsun benliğini “sanki yanında hep başka biri daha varmış gibi…”

Kadınların kaçışları esrarlıdır eğer ki yanmışsa canları ruhlarından ve arınmak bir düş ritmi ise eksilmeyen hıçkırıklarından, bir gökyüzünün tersine izlemeye başlar dünya ve onların ki Avustralya’da çizilir yüzlerindeki boşluklara. Aborjin esinli bir yolculuk tamda onların ifade ettiği gibi Düşzamanı’ dır. Kendine kırılmışların altı çizili öyküsü “Cennet Kayıp”
  yeryüzündeki aralara sığdırılmaya çalışılan bir varlık muhakemesi her gece yüzleşmek zorunda kaldığımız.  “Kadınlar başka türlü uçarlar.” diyor Cees, kahramanların kanatları şimdilik saklı, sessizlikle aynı olabilmek için. Yahut kendinden çekilmek, dünya ile aramıza sıkışan kim olduğumuz mücadelesini tek heceli sözcüklerle vermek. Uzanıyor zaman çöl gibi gecede ve biz bir kadını daha duymazdan geliyoruz  “ Benimle benim aramda, aşmayı öğrenmek zorunda olduğum bir boşluk oluştu.”              

19 Temmuz 2012 Perşembe

"Ara"da-13



Mister Lonely (2007)





- Hep bir başkası olmayı hayal etmişimdir.

"Kendi" oluşumuzdan kaçışımıza kara bir seyir Bay Yalnız. İçimizdeki bizlere yıkıcı bir vurgu. Kendi olmanın rahatsızlığını duyumsayanlara bir sorgu. En önemlisi kendini aşmak isterken yine kendilerine düşenlere bir avuntu.

Çaresizliğimiz işaretleniyor her bir soluk harbinde. Kendimizi kendimize kusmuşluğumuzun ağır izlenimleri seriliyor; görmekten kaçınırken yüksek sesle duymak zorunda kaldığımız. Her birimiz bir diğerini yaşamayı daha anlamlı bulmuştur kendini yaşamaktansa. Kendi olma erdemini bir başka ruhta aralamış kimsesizliğini saklamıştır. Ancak en çok bilinenden çırpınan bir kaybolmuşluğun öyküsü yeni başlamıştır. Başkasını görmek kendini görmekten daha kolay ve kendi hayatının dışındakiler içindekilerden daha yakındır.

Öznenin yüklemlerle varoluşuna gönderme niteliğindeki yapım modern zamanların yalnızlığını kanatlandırıyor. Günümüzün karanlığı "başka"larında imgeleniyor.

- Ve unutmayın, en gerçekçi ruh başkasını oynayan insanların sahip olduğudur.